- Şair Dîlber Hêma: “Medusa’nın yarım kalan çığlığını tamamlamak istiyorum!..” / Salih Kevirbirî
Şair Dîlber Hêma: “Medusa’nın yarım kalan çığlığını tamamlamak istiyorum!..”
Yeni nesil Kürt edebiyatçılarından Dîlber Hêma, Kürtçe şiir yoluyla duygu ve düşüncelerini kitaplaştırdı. 1981 Mardin-Kızıltepe doğumlu olan genç şair 10 yıla yakın bir süredir Kürtçe edebiyatla haşir neşirdir. Kısa süre önce ilk kitabı olan “Medûsa”, İstanbul’da Avesta Yayınlarının “Şahmaran Dizisinden” çıktı.
“Medûsa’daki şiirlerim 8-9 yıllık şiirlerimden oluşuyor” diyor Dîlber Hêma. “Neden Medûsa?” sorumu bir şairin kibarlığı ve samimiyetiyle şu şekilde yanıtlıyor: “Medûsa; çok güzel bir kadın, ama fazlasıyla ezilmiş. Athena tarafından lanetlenmiş. Komplolara maruz kalmış. Sebebi de bir erkek: Phoseidon… ‘Medûsa Efsanesi’nin çok etkisinde kaldım. Bir yerde kapalı ve yarım kalan Medûsa Çığlığını, çığırmak istiyorum. Bu nedenledir ki kitabımın adı Medûsa’dır…”
Dîlber Hêma kitabını bize üç bölümde sunuyor: MED+Û+SA.
“MED: Ülkedir. Benim ülkem. Benim ülkem üzerine yazılan şiirler.
Û: İnsan, boşluk, insanın her çeşit haleti ruhiyesi.
SA: İnsan dışındaki diğer canlılar. Hayvanlar ve canlılar. Yaşamla ilgili her şey.”
Kürtçe macerasından ve o dönemin şartlarından bahsetmesini istediğimde şunu diyor:
“Maalesef yazı yaşamım Türkçe’yle başladı. 18 yaşındaydım Türkçe yazmaya başladığımda. Elbette ki Türkçe yazmamın sebepleri çok açıktır. Bu ülkede yaşayan herkes bilir ki, Kürtçe’yle yazıldığında birtakım sorunlarla karşılaşılır ve halen de karşılaşılıyor. Elbette ki zorunlu olan Türkçe eğitim, başlangıçta Türkçe yazmamın en önemli sebeplerinden bir tanesidir. Ama ilginç olan şudur ki Kızıltepe gibi bir yerde annem evin içinde benimle Türkçe konuşuyordu. Annem Kürt’tü ancak benimle Türkçe konuşuyordu. Ben evin en küçük çocuğuydum. Sanırım bu yüzden benimle Türkçe konuşmak istiyordu. Gerçekten ilginçtir, Kızıltepe gibi bir yerde, evin içinde ve Türkçe konuşulması… Yeğenler de aynı şekilde Türkçe’yle büyüdüler. Bu nedenle çoğu kez annemi suçlamışımdır.”
Babası şeyhdir ya da şeyhzadedir. Ancak şeyhlik kaidelerinden uzak biridir, o geleneği sürdürmüyordur. En büyük ağabeyi 4,5 yıl ömrünü hapiste geçirmiş. O yıllardaki acılar, hapishane kapılarına gidiş gelişler ve bekleyişler evin çocuklarını büyük bir etki altında bırakıyormuş ki kendi Kürtlüklerinden ve kimliklerindan haberdar oluyorlardı.
Şair Hêma “İlk yazmaya başladığında ve Türkçe’yle şiir yazdığında bir yerlerde yayınlandı mı?” şeklindeki soruma şu yanıtı veriyor: “Tabii ki!.. O zamanlar Kızıltepe’de ‘Perspektif’ adıyla çıkan bir gazete vardı. Orda yayınlanan ilk şiirimin adı bugün gibi aklımdadır: Peçeli Toprak.”
18 yaşlarında Kürtçe/Kürdice bir çevreyle tanışıyor. Her ne kadar annesi onunla sürekli Türkçeyle konuşuyorsa da, o tümüyle Kürtçe’den mahrum değildir. Babası onlarla her zaman Kürtçe konuşuyordur. Çevrede Kürtçe sözcüklerin sesleri kulaklarından düşmüyordur.
O 18 yaşlarında artık Kürdice olan bir çevreyle birliktedir. Tamamıyla Kürtçe konuşulan ortamlarda bulunuyordur. O dönemler yaşamı yeni bir sürece doğru gitmektedir. Kürtçe konuşma ve Kürtçe yazma süreci de tamamıyla böyledir. Yıl 1998'dir.
2002 yılında Dîlber Hêma’nın “Nepeniya Bêperde (Perdesiz Gizem)” adlı şiiri Mersin’de yayımlanan Kevan Dergisi’nin 1. sayısında ve “Pinpinîkên Hişk-kirî (Kurutulmuş Kelebekler)” adlı şiiri de 3. sayısında yayınlanıyor. Aynı yılın Mart ayında “Mizgînxêrkê (Pervane Kelebeği)” adlı şiiri A. Welat gazetesinde yayınlanıyor.
Bu alanda arkasında onu besleyenler var mıydı? Başka deyişle kimlerdi çevresinde o “Kürtçe konuşan/ Kürtçe yazan / Kürtçe düşünen” kişiler, Dîlber Hêma’yı besleyenler? Yanıtına bakalım: “O zamanlar bir grubumuz vardı. Eğitim-Sen’de toplanıyorduk. Orada buluşuyorduk. Şair Rênas Jiyan, öykücü Yaqob Tilermenî vardı, etkilerinde kaldıklarım. Bu grubun tüm ilişkileri tamamıyla Kürtçe’ydi. Sohbetlerimizin konuları edebiyat, sanat ve Kürt kültürü üzerineydi. Gerçekten verimli ve güzel bir gruptu. Bazen de şair Îrfan Amîda Mardin’den Kızıltepe’ye geliyordu, onunla şiir ve edebiyat üzerine konuşuyorduk. İnsan şu an o günleri ve toplanmaları özlüyor.”
Dîlber Hêma için şiirin tarifi nedir? Onun için şiir hangi anlamlara gelmektedir?
Kısaca diyor ki; “Şiir benim için ‘renkli bir yaşam’dır. Bana göre şiir ‘yaşamın ayağı’dır. İnsanı bu ayak üzerinde durduran, şiirin ta kendisidir. Şiir yaşamın ‘endamı ve takati’dir. Hem elidir, hem ayağıdır… diyor ve ekliyor: “Şiir benim için düş ve hayalerin deşifre edilmesi ve geçmiş ve bilinçaltı kapılarının aralanmasıdır. Ve de yeni anlam arayışlarının üretimidir. Örneğin; evlerde evcilleştirilen fikirlerin çöktürülmesi; babaerkil sisteme karşı başkaldırıdır…”
Bazı zamanlar vardır ki şiir düşlerine giriyor. O, bazı şiirlerinin kaynağının düşleri olduğunu belirtiyor. Bazı zamanlar vardır ki uyanır uyanmaz kâğıt ve kaleme sarılmış ve şiir yazmaya başlamış. Dîlber’in düşlerinin imgeleri (hêmaları), sonradan şiirlerinin altyapısını oluşturmuşlar. Belirttiğine göre, yaşamından şiiri çektiğinizde, vücudundan bir organı eksilecektir. Ve de ‘eksikorgan’lı bir yaşamı olacaktır. Ona göre, insan yaratıcı ve üretici olmalıdır ve bu alanda kendini sorumlu hissediyor. Bu nedenle sorumluluğunu şiirde yaratmak için çaba harcayarak yerine getiriyor.
Kimseler vardır ki toplumda kendini ifade edip anlatamıyorlar. Bundan dolayıdır ki; şiir yazma yoluyla, kendilerini ifade etme çabasındadırlar. Dîlber Hêma için de bu böyledir.
Kendisi de birçok kereler toplum içinde söylemek istediklerini dillendiremiyor. Bu yüzden şiire başvuruyor: “Zaten şiir de ısrarın sebebi de budur. Çoğu kez insan kendisini karşısındakine kabul ettirmek için zorlanır. İnsan paylaşım konusunda sorunlar yaşar. Bu yüzden şiir yoluyla istenilen amaca ulaşılıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bu, kişiliğin başka bir şekilde gizlenmesidir. Bana göre var olan kişilik başka, şiirdeki kişilik başka şeylerdir… Ben şiirle kişiliğimi açığa vuruyorum. Çünkü sen tamamıyla ve olgunlaşmış bir şekilde kişiliğini kabul ettiremiyorsun. Bu yüzden gerçek kişilik, görüş ve düşüncelerime göre; şiir kişiliğidir.”
“Şiir yazmaya başladığında nasıl bir haleti ruhiyeye bürünüyorsun? Örneğin; kendini ortamdan-yaşamdan soyutluyor musun, yoksa çevrende onlarca insan olsa da umurunda değil mi, ya da kapı ve pencerelerini tümden kapatmak mı istiyorsun?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Böyle bir durumda çevremde kitapların olması yetiyor. Şiir yazmaya başladığımda, gözlerim hıncahınç kitap dolu bir odayı arıyor. O odada yalnız olmam gerekir ve de sessizlik.
“Birçok kişi ‘ilham’ arıyor. Ben ‘ilham’la yazmıyorum. Bende bu tür bir imge bulunmaz. Bazen bir resim, bir şarkı/türkü yazmama sebeptir. Bana göre ilham, beyine acı çektirtmektir. Mesela ben her yerde yazamam. Başka bir deyişle söylüyeyim; nasıl ki bir çocuk doğduğunda anne acı çekiyorsa, bana göre insan şiir yarattığında aynı şekilde acı çekmelidir.
“Bir şiir yazmak istediğimde, herşeyden önce farklı şairlerden 3-4 tane şiir okurum.”
Merak ettiğim için soruyorum: “Acaba bir şiir yazmak için onlarca kez kağıt yırttığın oluyor mu? Yanıtı merakımı gideriyor: “Bu tür anlar çok oluyor. Zaten insanın kağıtları yırtması gerekiyor. Bir sayfa yazman için birçok yaprak yırtman gerekiyor. Çoğu kez yazılan şeyler hazmedilecek gibi değilse ve kendin beğenmiyorsan, elbette ki yırtman ve atman gerekiyor. Çünkü onlar ‘karayazım’ın ta kendisidir. Ben mutlakiyetçi değilim ve onlarca kez kağıt yırtmıyorum/atmıyorum. Ancak gönlüme göre bir yazım olması için gerekirse kağıtların “katili’ olurum. Buradaki kastım doğamızın bir parçası olan ağaçlardan oluşan kağıtlar değil tabii ki; imgesel olarak…”
İster Kürt ister yabancı olsun şiir alanında Dilber Hêma’nın “gönlünde yer edinenler” kimlerdir? Gönlünde yer edinenler; Rimbaud, Baudelaire, Mayakovski, Anna Ahmatova, Lina Salamandre, Sylvia Plath, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Küçük İskender, Murathan Mungan, Enis Batur, Füruğ. Kürtçe şiirde de; Cegerxwîn, Ehmed Huseynî, Arjen Arî, Feqiyê Teyran… Yeni nesilden; Rênas Jiyan ve kitabı “Janya”, Îrfan Amîda ve kitabı “Şopa Neşûştî (Yıkanmamış İz)”, Kejal Ehmed.
Yeni ya da modern Kürtçe şiiri üzerine görüş ve düşüncelerini öğrenmek istediğimde, şöyle diyor: “Modern şiir ilkin özgürce bir kurgulamaya gereksinim duyar. Modern şiirde, kurgulanmış bir anlambilim, dilbilim ve şiirbilim sözkonusudur. Parçalanmış insanın bir içanlatımıdır. Yeni bir varoluşun imgelerinin arayışıdır. Bu yönleriyle klasik şiirden ayrılır. Çünkü klasik şiirde konulan sınırlar bilinçi bir şekilde parçalanır. İşte bu yönüyle Kürtçe şiirin dünya şiirinden ayrıldığı bir nokta var. Bazı şairler hariç, yönü modern şiire bakan Kürtçe şiiri, sırtını sağlam bir şekilde eski şiire dayamış. Umutvarım ki yazılacak/yazılan şiirler kolaylıkla dünya şiir arenasına katılacaktır.”
Salih Kevirbirî, Taraf Gazetesi