- Ölüm, gül kokuyordu! / Muhsin Kızılkaya
İSTANBUL, 29/4 2003 - Savaş sonrasında, Saddam Hüseyin ve rejimine karşı girişilen askeri harekatı “haksız” bulanlar, savaşın gerekçesiz bir savaş olduğunu belirtmek için, “Hani Saddam’ın elinde kimyasal silahlar vardı; ittifak güçlerinin bütün aramalarına rağmen Irak’ta kimyasal silahların izine rastlanmadı” diyerek, belki de haklı bir şey söylüyorlar. İlk bakışta bu tespit doğru bir tespittir; şu anda Bağdat ve öteki şehirlerde bu silahlar yok, herkesin varlığından haberdar olduğu kimyasal silahlar, adeta yer yarılmış, içine girmişler sanki. 1980’de başlayan İran-Irak savaşından sonra, özellikle 1988 Şubat’ından, 1988 Eylül’üne kadar geçen sekiz aylık süre zarfında, Güney Kürdistan’da yaşananlardan bihaber olanlar, şu anda Saddam ve adamlarının içine düştükleri durumdan dolayı ona acıyabilirler de. Ne de olsa, haksız bir güç gelmiş, iktidarlarını devirmiş, ülkelerini zorla işgal etmiştir. Ama şimdi sözünü edeceğim, bugünlerde Avesta Yayınları arasında çıkmış olan, “Irak’ta Soykırım, Kürtlere Karşı Girişilen Enfal Askeri Harekâtı” adlı kitabı okuyanlar, ABD-İngiliz güçlerinin Irak topraklarında arayıp da bulamadığı kimyasal silahların büyük bir bölümünü, yukarıda sözünü ettiğim tarihler arasında Saddam’ın Kürtlere karşı kullandığını şaşırarak görecek ve silahların akıbeti ile ilgili bilgilerini ister istemez tekrar gözden geçirecekler. Aranıp da bulunamayan kimyasal silahlar, çoktan Kürt çocuklarının gözlerinde yaş olup akmış, elma kokusuna dönüşüp dağları sarmış, sarımsak tadına dönüşüp doğayı tahrip etmiştir. Aramayın beyler bulamazsınız onları, beyhude bir çabadır sizinki, şimdi yapmanız gereken tek şey, insanlığa karşı işlenmiş bu büyük suçun faillerini aramak olmalıdır.
Birinci Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın güneyinde Şiiler, Güney Kürdistan’da Kürtler ayaklandı. Güney Kürdistan’daki isyanı, Mart 1991 yılında Irak hükümet güçleri bastırdı. Fakat bu sırada, Kürtler şehir ve kasabalardaki gizli polis binalarını çoktan basmış ve devlete ait çok sayıda gizli belgeyi ele geçirmişti. Amaçları, sayıları yüz binlerle ifade edilen kaybolmuş akrabalarının akıbetini öğrenmekti. Kimsenin aklında “Enfal” yoktu henüz. Iraklı yazar Kanan Makiya, ABD Dış İlişkiler Komitesi senatörü Peter Galbraith ve İnsan Hakları İzleme Örgütüne bağlı Middle East Watch (MEW)(Ortadoğu İzleme Örgütü) girişimiyle, Kürtlerin ele geçirdiği on dört ton, yaklaşık dört milyon sayfa belge, kargo uçaklarıyla ABD’ye götürüldü. Human Rights Watch’ın Orta Doğa Departmanı’ından (MEW) bir heyet, 1992’in Ekim ayında bu belgeleri taramaya, kategorilerine ayırmaya ve incelemeye başladı. Mart 1993 yılında ortaya çıkan rapor, dehşet verici bir rapordu. Avesta Yayınları’nın Türkçe’sini yayınladığı “Irakta Soykırım” kitabı, işte bu raporun 588 sayfalık tam metnidir.
Her şey, İran- Irak savaşının bitiminden sonra, 1988 yılında, daha sonra “Kimyasal Ali” lakabıyla anılacak olan, Saddam’ın kuzeni, karakol amirliğinden Savunma Bakanlığına kadar yükselen, Kuveyt işgali sırasında buraya genel vali olarak atanan, herkesin “ölümcül zehri olan bir yılan” olarak nitelendirdiği Ali Hasan el Mecid’in, Baas Partisi Kuzey Bürosu’nun şefliğine atanmasıyla başladı. Kimyasal Ali, 1988 yılının şubat ayında “Efsanevi Enfal askeri harekâtı” kapsamında, Kürtlere karşı “temizliğe” başladı. Peki bu harekata neden “Enfal” adı verilmişti?
“Enfal Harekâtı” adını Kuran-ı Kerim’in sekizinci suresinden alıyordu. Bu sure, Bedir savaşından sonra inmiş yetmiş iki ayetlik bir suredir. Bedir savaşında sayıları üç yüz on olan Müslümanlar, sayıları binleri bulan Mekkelileri yenilgiye uğratır. Bu Müslümanların kafirlere karşı kazandığı ilk zaferdir. Bu zaferden sonra inen surede geçen “El Enfal” kelimesi “savaş ganimetlerini” işaret eder. Kanıyla Kuran-ı Kerim yazdıracak kadar “Müslüman” olan Saddam Hüseyin, hemen hemen tümü Suni Müslüman olan Kürtlere karşı, Kuran-ı Kerim’in bir suresine sığınarak kimyasal silahlarla saldırmış, karşılarına çıkan bütün binaları, camiler de dahil olmak üzere buldozerlerle yıkarak, yerle bir etmiştir. (Bu satırları yazarken, aynı topraklarda, Sıfın’da, Muaviye güçleriyle karşı karışa gelen Hazreti Ali’nin dramı düştü aklıma. Ali’nin orduları karşısında tutunamayan Muaviye, bozgunun önüne geçmek için, ordusuna Kuran-ı Kerim’i dağıtır. Kuran’ın parçalayan Muaviye’nin askerleri, sayfalarını kılıçlarına geçirir ve Ali’nin karşısına dikilir. Kılıçlara geçirilmiş bayrak misali Kuran-ı Kerim sayfaları karşısında Ali çaresizdir, Muaviye’ye yenilir.) Bu hadiseden yüzlerce yıl sonra, yine Kuran’ın bir suresini kendine kalkan olarak seçen Saddam ve adamları Enfal’in asıl anlamından da uzaklaşarak, yani “sadakatsizlerden ganimet” beklemeden, bütün “sadakatsizleri” kimyasal silahlarla yok eder.
1987 yılında, Irak’ta bir genel nüfus sayımı yapılır. Bu sayımda, kendilerini Arap veya Kürt olarak kabul etmeyen Asuriler, Keldaniler ve Türkmenlerin bir kısmı kayıtlara doğrudan doğruya Kürt olarak geçirilir. Yapılan bütün hazırlıklar “Enfal” içindi. Kitapta, “Enfal Harekâtı” bütün detaylarıyla anlatılır. Harekât sırasında elli bin kadar Kürt topluca öldürülür, yedi yüz üç köy haritadan silinir, yaklaşık yüz seksen bin kişi kaybedilir, düzinelerce yerleşim yerinde, sivil halka karşı kimyasal gaz kullanılır, binlerce kadın, çocuk ve yaşlı sudan sebeplerle hapsedilir, yüz binlerce köylü yerlerinden zorla göç ettirilir, tarım alanları yok edilir. Bütün bunlar yapılırken de, her şeyin kaydı tutulur, operasyonlar videoya alınır. Ali Hasan el Mecid’in kurmaylarıyla yaptığı bir toplantıda ağzından şu sözler dökülür:
“Neden onların hiçbir şey bilmeyen eşekler gibi orada yaşamalarına izin vereyim ki. Onlardan bugüne kadar ne alabildik? Belki Kürtler arasında iyileri de vardır, bulabiliriz diye düşünüyordum ama yok, bulamadık. Onların kafalarını paramparça edeceğim. Beyinlerini parçalayacağım. Onlara hizmet etmek mi? Yok, hayır! Onları buldozerlerle kazıyacağım o topraklardan. (s.209)
Yapar da.
“Enfal Askeri Harekâtı”nın kapsamına giren yerleşim yerlerinde serin bir akşam meltemi dağlarda esmeye başlamış ve meltem beraberinde, ilk başta gül ve çiçek kokuları, ya da elma ve sarımsak gibi güzel kokular getirir. Sonra, herkes kör olur. Bazıları kusmaya başlar, bazıları da koltuk altlarında, kadınlar ise göğüslerinin altında acı veren kabarcıklar hissetmeye başlar. Daha sonra sarı ve sıvı bir akıntı gözlerinden ve burunlarından akmaya başlar. (s.259)
Şu anda, Güney Kürdistan’ın herhangi bir şehrine giderseniz, simsiyah kıyafetler içinde, gruplar halinde gezen kadınlarla karşılaşırsınız her yerde. İsimleri, “Enfalekan” kadınlarıdır onların; yani enfalzedeler... Enfal Harekâtı’nın üzerinden yaklaşık on dört yıl geçmiş; siyah giyinen kadınlar, günün birinde evlerine dönme ihtimali olan kaybedilmiş kocalarını bekliyor hala.
Umut yoksulun ekmeği misali...
Muhsin Kızılkaya, Radikal İki, 29.4.2003