MUSTAFA KEMAL'E MEKTUP
Celadet Alî Bedirxan’ın tarihsel büyük şahsiyeti çerçevesinde oluşan insan resmi, “Kürt münevverinin nuru” metaforunda saklıdır; ‘Kemal’e ermeye’ niyetli değildir, Celadet, direnir, zira Botan’ın kadim parıltısına çoktan riayet etmiştir. Bu manada, ne “Arapkirli”ye ne de “Nurslu”ya benzer, hele “Sekban”dan ve “Ziya”dan çok uzaktır, çünkü Xanî’nin en has varisidir ve belki de Venedik’in Kürdî muamması Mahmud el-Kurdi’nin Batı rönesansında kaybolmuş yüzüdür. Kayıp zamana isyan, ‘sarı kurdun mavi çakmak çakmak gözleri’nden savrulan bakışa hitap vesilesiyle mürekkep görmeye mecburdur.
Mustafa Kemal’e Mektup’un yazılmışlığında kendini gösteren aykırı karşı-nutuk, sırayla inkârı, zulmü, yanlışları, gecikmişliği ve görülmezliği işler; Doğu-Batı filolojilerinden bihaber değildir yazar, kendi yazısı ve Başkası’nın yazısıyla Kürtçeye kendi beşeri ruhundan üfler; yabancılığın ‘temsil ve taktil’ine şiddetle karşı çıkarak, geleceği hatırlatır, çünkü bugünü, trajediyi, önceden görmüştür, ikaz etmekle meşguldür; görevinin hakkını veren zamansız bir politikacının ahlaki atmosferinin aura’sı, entelektüel melankolisine sinmiştir.
Kürtlerin temsiliyet krizine cevap vermeye adeta bütün hayatını adayan Celadet Bedirxan’ın Mustafa Kemal’e Mektup’u -metnin tarihi, öncesi ve sonrası bir yana bırakılırsa kendi başına-Kürdoloji literatürünün ‘ilk postkolonyal metni’ olmaya aday ve en layık olanıdır.
Nameyek ji Mustefa Kemal re
Resmê insên î ku di çarçoveya şexsiyeta mezin a dîrokî ya Celadet Alî Bedirxan de derdikeve, di metafora “nûra munewwerê kurd” de veşartiye, niyeta wî nîne ku “bigihîje Kemal”ê, Celadet li ber xwe dide, ji ber ku wî ji zû de riayetî şewqa qedîm a Botanê kiriye. Ew nedişibe “Arapkirî” ne jî “Nursî”, hele ji “Sekban” û “Ziya” gelekî dûr e, ji ber ku ew warisê xas ê Xanî ye û belkî ew sûretê winda yê muammaya Kurdî ya Venis Mahmûd el-Kurdî ye di ronesansa Rojava de. Serhildana li hember zemanê winda, mecbûr e li hember awirên “wekî êgir ji çavên şîn ên gurê boz” bi minasebeta xîtabê hibrê bibîne.
“Nutuk“a-dijber ku xwe di nivîsandina Nameyek ji Mustefa Kemal re nîşan dide, bi dorê li ser înkar, xeletî, derengî, nebîniyê disekine; nivîskar ji fîlolojiyên Rojhilat û Rojava ne bêxeber e, bi nivîsa xwe û nivîsa Ê din, ji rûhê xwe yê beşerî pifî Kurdî dike, bi tundî li dij “temsîl û taqtîl“a biyanîbûnê derdikeve, dahatuyê bi bîr tîne, ji ber ku îro, trajediya niha ji berê ve dîtiye, bi îqazkirinê mijûl e, aura’ya atmosfera exlaqî ya siyasetmedarekî, di melankoliya wî ya entelektuelî de veşartiye.
“Nameyek ji Mustefa Kemal re“ ya Celadet Bedirxanê ku hemû jiyana xwe bi gorî krîza temsîliyeta kurdan kiriye, -tarîxa metnê, berî wê û piştî wê li aliyekî- bi serê xwe ‘yekem metna postkolonyal“ a lîteratura kurdolojî ye û herî zêde layiqî vê ye.
Atatürk’e Bir Entelektüel Reddiye
Kürt siyasal düşüncesi açısından çok önemli bir belge niteliği taşıyan “Mustafa Kemal’e Mektup” adlı osmanlıca eser, yazar ve çevirmen Mithat Kutlar’ın çevirisiyle Avesta Yayınları’ndan çıktı.
Söz konusu eser, çağdaş kürt düşüncesinin önemli entelektüellerinden, dilbilimci, yazar ve gazeteci Celadet Ali Bedirxan tarafından 1933 yılında; Mustafa Kemal’in Kürtlere ve Kürt kültürüne karşı geliştirdiği resmi emperyalist politikalarına dair bir reddiye niteliğinde yazılmış bir eserdir, “Mustafa Kemal’e Mektup”.
Cumhuriyet ideolojisinin her türlü baskıyı reva gördüğü Kürt halkının her anlamda bir varoluş manifestosu olan bu belge eser, Atatürk’ün Kürt aydınlarına yönelik gündeme getirdiği sözde “Af” politikalarının iç yüzünü ortaya koymakta, ikiyüzlülüğünü eleştirerek başlıyor. Eserde, bu konuda cumhuriyet iktidarının takındığı tavrın, görünürde bir demokrasi imajı çizmekten öteye gitmediğini ve bu yönüyle de sözkonusu Affın ölü doğmuş bir af olduğu vurgusu öne çıkmaktadır.
‘Nihayet mev’ud olan gün geldi ve af ilan edildi. Herkes kemal-i hayretle [büyük bir hayretle] gördü ki hazırlayıp propagandasını yaptırdığınız af ile ilan ettiğiniz af arasında hemen hiçbir münasebet [alaka] yoktur. Bu suretle efkâr-ı umumiyeye [kamuoyuna] iki af arz olunmuştu. Biri proje halinde kalan umumi ve şumullü [genel ve kapsamlı] af, diğeri ilan ve tatbik olunan mahdut ve adeta mücremin-i adiyeye [adi suçlara] mahsus af. Tabiri caiz ve varid [yerinde] ise hükümet-i cumhuriyeleri [cumhuriyet hükümeti] zinde ve gürbüz bir tıfıl af doğurmak istiyordu. Doğurmadı, ıskat-ı cenin eyledi.’’
Celadet Ali Bedirxan eserinde Atatürk’ün Kürtlere uyguladığı baskı ve tehcir politikalarının sonucunda Kürtlerin dünyanın dört bir yanında sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldıklarına değinir. Bu noktada özellikle Atatürk’ün özellikle Kürt aydınlarına karşı hazırlattığı ve tarihte 150’likler diye bilinen kara listeden bahseder:
‘Yüzellilikler namı altında memleketten ihraç ettiğiniz adamlar ile kendi kendine hicret etmekte bulunan kimseler cumhuriyetinizin cenup [güney] hudutlarında teşekkül eylemiş yeni hükümetler arazisine ve Bahr-i Sefid [akdeniz] havzasına geçerek merkezi Avrupa’ya kadar dağıldılar.’’
Kürt sorunu konusunda sosyolojik ve siyasal tespitlerde bulunan Celadet Ali Bedirxan, cumhuriyet ideolojisinin iktidarı ve lideri olan Atatürk’ün de Kürt meselesini açıkça ifade etmekten kaçındığını söyler. Bu durum düşünüldüğünde bugün dahi aynı devletçi ve otoriter, geleneksel yadsıma anlayışının sürdürüldüğünü söylemek mümkün. Bu yönüyle söz konusu eserin bugüne hitap eden güncel bir eser olduğu ayrıca belirtilmelidir. Bu eserin, bugünün AKP muhafazakâr ideolojisinin, Kürt sorununda takındığı tavrın Celadetin bahsettiği geleneksel devlet ideolojisinden bağımsız olmadığını bugün için kavramamızda da önemli bir katkısı olacağını düşünüyorum:
‘Paşa Hazretleri, maruf [aşikâr] olan şahsi ve medeni cesaretinize rağmen, bilmem ki neden şimdiye kadar Türkiye’de bir Kürdistan meselesinin mevcudiyetini seraheten [rahat bir şekilde] itiraf edemediniz, bu itiraf için kuvvet ve kudretine ziyadesiyle itimat ettiğiniz iradenizde o cesareti bulamadınız. Öyle bir Kürdistan meselesi ki hükümetinizi, onunla meşgul olurken kararsızlıklara, tereddütlere, ricatlara ve yarım tedbirlere sevk ediyor.’’
Fakat bu kültürel emperyalist politikalara bağlı olarak gündeme gelen Kürdistan meselesinin köklerinin, Yavuz Sultan Selim’in doğu politikalarına kadar geri götürülebileceğini ifade eder. Bu bağlamda imparatorluğun nüfuzundan pay almaya çalışmak gayesiyle Kürtlerin diğer kavimlerini imparatorluğa bağlayan aracı ve uzlaşmacı Kürt tarihçi ve aydını İdris-i Bitlisi’nin tarihi pozisyona dikkat çekmektedir:
‘Evet, Kürdistan meselesi, ne zamanınızda ve ne de selefleriniz zamanında başlamış değildir. Türkiye’de Kürdistan meselesi Kürt ümerasının, ilk Osmanlı Tarihi Heşt Beheşt [sekiz cennet] müellifi [yazarı] İdris-i Bitlisi vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim’e sunni bir hükümdara biat ettikleri günden beri mevcuttur.’
Öte yandan sözkonusu eser, Kürt dilinin varlığını ve dünya dilleri arasındaki yerini ilk defa sistematik ve bilimsel bir dizge içinde savunana bir eser olma niteliğini de taşımaktadır. Burada Kürtçe ve Türkçe karşılaştırıldığı gibi Kürtçenin üyesi olduğu avrupa dilleriyle ilişkileri ele alınmakta ve Kürt dilinin zenginliklerine dikkat çekilmektedir. Bu yönüyle Celadet Ali Bedirxan’ın eseri, Kürtçeye dair dil çalışmalarıyla yakından ilgilenenler için de eşsiz bir analitik belge niteliğini taşıyor.
Ayrıca, ulusalcı ve milliyetçi düşünceye bağlı olarak gösterilen her türlü samimiyetsiz reflekslerle, önce Ermenileri katliama tabi tutan bu resmi ideolojinin; Gayr-ı Müslimler üzerinde uyguladığı bu şiddet politikalarını ve bu süreçte kazandığı emperyalist deneyimleri Kürtler üzerinde de denenmek istendiğine özellikle vurgu yapmaktadır:
‘Ermeni tehciri esnasında taktile [katliama] alışmış olan muhafız kuvvetler bu alışkanlığı bazen Kürtler üzerinde de tatbik ettiler. Fikir adeta umumileşmişti.’
Burada dikkat çekici olan bir diğer tespit ise Celadet Ali Bedirxan’ın 79 yıl önceye dair ifade ettiği gibi bu fikrin adeta ‘umumileşmiş’ olduğunu vurgulaması, fakat bundan da önemlisi bugünün AKP’sinin de bu umumi politikanın devam ettirici unsurlarından biri olduğunu bugünden yarına hafıza tazelememize olanak tanıyan bir tespit olmasıdır. Celadet Ali Bedirxan’ın 1933’te Atatürk’e son söz olarak, aşağıdaki reddiye niteliğinde yaptığı açıklamayı; bugünkü devlet ideolojisine de karşılık geldiği için biz de buradan AKP ve iktidar düşüncesine bir reddiye olarak yineleyebiliriz.
‘Her şeye rağmen siz Müslüman kanı dökerek, Müslüman kurşunuyla ölen biçare Anadolu yavrularına acımıyorsanız, biliniz ki Kürdün de damarında ölerek öldürerek dökeceği kan her zaman için ve mebzulen [çokça] mevcuttur. Baki ihtıramatımı [sonsuz hürmetlerimi] lütfen kabul buyurun Gazi Paşa Hazretleri.’
www.yuksekovahaber.com, 20.04.2012
Mustafa Kemal’e Mektup
Çağdaş Kürt düşüncesinin önemli entelektüellerinden Celadet Alî Bedirxan ‘Mustafa Kemal’e Mektup’u, 1933 yılında kaleme almış. Bedirxan mektubunda, bu dönemdeki baskı politikaları sonucunda Kürtlerin yaşadığı sürgün hayatını; Cumhuriyet’in Kürt aydınlarını hedef aldığı ve tarihte 150’likler olarak bilinen kara listeyi ve Kürt aydınlarına yönelik gündeme getirilen “af” söyleminin ne denli samimiyetten uzak olduğunu anlatıyor. Kürt sorununa dair sosyolojik ve siyasal tespitler barındıran Bedirxan’ın mektubu, Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze, sorunun çözümü konusunda pek bir aşama kaydedilmediğini gözler önüne seriyor.
Erkan Canan, Radikal Kitap, 01.06.2012
Mustafa Kemal bunu okudu mu?
Türkiye, Kürt sorununun en yakıcı olduğu dönemlerden birini daha yaşıyor. Sorun geçmişten gelen yıkıcı bir deneyimin onda yarattığı yeni kırılmalarla maalesef artık içinden iyice çıkılmaz bir hal almaya başlıyor. Siyasi iradesizlik, şiddet ve siyaset düşmanlığı Türkiye’nin müzmin sorunu hafızasızlıkla buluştuğunda geriye yazılmış olan tarih, şiddettin tarihi oluyor. Örgüt ve devlet bir şiddet gramerinin içinden terör denilen mevhumun içini birlikte dolduruyor. Maalesef bu gramer Türkiye’nin içeride ve dışarıda Kürt Sorunu bağlamında kullandığı dilin derin bir muhasebesini de yapmayı gerektiriyor.
Tarihi bir mektup
Söz bu hafızasızlıkta da çabuk tükeniyor. Anlamını ve ağırlığını yitiriyor. İşte bu hafızasızlıkla mücadele etmek ise Kürt entelektüel birikiminin görmezlikten gelinen kaynaklarına (yeniden) bakmayı hepimize zaruri kılıyor. Nüfuslu bir Kürt burjuva ailesi ya da Kürt toprak aristokrasisi sayılabilecek Bedirxan ailesinin 1893’te İstanbul’da doğan entelektüel üyelerinden Celadet Ali Bedirxan’ın 1933 tarihinde Mustafa Kemal’e hitaben yazdığı tarihsel mektup, bu bağlamda yeniden önem kazanıyor. Avesta Yayınları’ndan Celadet Ali Bedirxan’ın Bütün Eserleri başlığı altında yayımlanan ve Mustafa Kemal’e Mektup ismiyle okurlara sunulan bu önemli metin bugünlerde Kürt Sorunu üzerine düşünen herkesin okuması gereken bir çalışma.
150’liklere göreceli bir af çıkması üzerine başlayan tarihsel mektup, daha sonra Kürt Sorunu’nun Cumhuriyet döneminde ve bizzat Mustafa Kemal’in şahsi karizmasının en tesirli olduğu diktatörlük sürecinde nasıl bir inkâr ve şiddet teması üzerinden ele alındığının seyr-ü seferi aslında. Anekdotlarla hitabını zenginleştiren ve dil sorunsalı üzerinden de yer yer milliyetçi de diyebileceğimiz didaktik unsurları ile modernist ve bir başka bağlamda post-kolonyal (sunuş yazısındaki sömürgeci Türkiye ile sömürülen Kürdistan bağlamında değil) bir çıkışın mektubu aslında. Süregiden Kürt Sorunu’nun ve bu minvalde Şeyh Sait Olayı’nın sonuçları üzerinden kangrenleşen bir “Cumhuriyet dönemi Kürt Sorunu Tarihi”ne dönüşen ve Cumhuriyet’e son derece net ve güçlü bir eleştiri yönelten metin çok zengin tarihsel ayrıntı, anı ve çıkışlarla büyük öneme ve bir o kadar da kendine has diliyle Kürt entelektüel birikimine yön verecek kendine has bir dile sahip. Bir yandan da dönemin modernist dilinin hastalıklarını da içinde barındıran ve aslında milliyetçi bir damarın da içinde kendine yön bulabileceği bir belge niteliğinde; belki de bir mihenk taşı Cumhuriyet dönemi Kürt Sorunu’nun geldiği nokta üzerine. Ama en önemlisi belirli bir eleştirellik ve mesafe ile okunduğunda belki de dönemin doğrudan Cumhuriyet eleştirisini Kürt Sorunu ve demokratikleşme bağlamında dillendiren ve Kürt entelektüel birikiminin en güçlü ifadelerinden biri olma özelliği taşıyan bir çalışma.
Titiz bir çalışma
Celadet Ali Bedirxan’ın bu tarihsel metnini Avesta Yayınları, büyük bir titizlikle ve son derece ciddi bir ön çalışmanın ardından güçlü ama maalesef güçlü olduğu kadar da ideolojik bakışı kanımca sorunlu bir sunuşla ve metnin tarihselliğini bozmadan okurlarına sunmuş. Metnin transkripsiyonunu çok titiz bir çalışma ile yapmakla kalmayıp daha önceki nüshalar ile karşılaştırmalı bir incelemeyi de yapmaktan geri durmamışlar. Sadeleştirme denilen korkunç süreci metne zarar vermeden halletmeyi başarmış; günümüz okuyucuları için parantez içerisinde kontekste bağlı olarak birçok kelimenin ve tamlamanın anlamlarını verirken aslını da bozmadan araştırmacılar ve akademisyenler için de aynı metinden bu söz dizilerinin takip edilebilmesini sağlamışlar.
Yeni bir Cumhuriyet tarihinin yazılması, Kürt Sorunu’nun kökenleri üzerine düşünülmesi gibi birbirleriyle ilişkili çeşitli bağlamlarda bir entelektüel sorgulamanın Kürt entelektüel birikimini unutarak ya da dışlayarak –kasıtlı veya değil- görmezden gelmeden yapılması günümüzde zaruri olmaktan öte acil bir ihtiyaç artık. Modern Türkiye’nin akademik ve entelektüel anlamda kodlarını bir muhasebe dâhilinde çözümlemenin ve artık Kürt entelektüel katkısını hesaba katarak yeniden düşünmenin önemi ortada dururken bu tür tarihsel metinler çok önemli bir kaynak sunuyor. Artık bu yeni dönemde Türkiye’de akademinin, “stratejist”lerin işgal ettiği Kürt Sorunu’nu unut(tur)ulmaya çalışılan akademik ahlak ve onur namına bu tarz tarihsel metinleri merkeze oturtarak yeniden bakmasının vakti geldi de geçiyor bile.
Deniz Cenk Demir, Agos Kitapkirk, Ağustos 2012
- Açıklama
Celadet Alî Bedirxan’ın tarihsel büyük şahsiyeti çerçevesinde oluşan insan resmi, “Kürt münevverinin nuru” metaforunda saklıdır; ‘Kemal’e ermeye’ niyetli değildir, Celadet, direnir, zira Botan’ın kadim parıltısına çoktan riayet etmiştir. Bu manada, ne “Arapkirli”ye ne de “Nurslu”ya benzer, hele “Sekban”dan ve “Ziya”dan çok uzaktır, çünkü Xanî’nin en has varisidir ve belki de Venedik’in Kürdî muamması Mahmud el-Kurdi’nin Batı rönesansında kaybolmuş yüzüdür. Kayıp zamana isyan, ‘sarı kurdun mavi çakmak çakmak gözleri’nden savrulan bakışa hitap vesilesiyle mürekkep görmeye mecburdur.
Mustafa Kemal’e Mektup’un yazılmışlığında kendini gösteren aykırı karşı-nutuk, sırayla inkârı, zulmü, yanlışları, gecikmişliği ve görülmezliği işler; Doğu-Batı filolojilerinden bihaber değildir yazar, kendi yazısı ve Başkası’nın yazısıyla Kürtçeye kendi beşeri ruhundan üfler; yabancılığın ‘temsil ve taktil’ine şiddetle karşı çıkarak, geleceği hatırlatır, çünkü bugünü, trajediyi, önceden görmüştür, ikaz etmekle meşguldür; görevinin hakkını veren zamansız bir politikacının ahlaki atmosferinin aura’sı, entelektüel melankolisine sinmiştir.
Kürtlerin temsiliyet krizine cevap vermeye adeta bütün hayatını adayan Celadet Bedirxan’ın Mustafa Kemal’e Mektup’u -metnin tarihi, öncesi ve sonrası bir yana bırakılırsa kendi başına-Kürdoloji literatürünün ‘ilk postkolonyal metni’ olmaya aday ve en layık olanıdır.
Nameyek ji Mustefa Kemal re
Resmê insên î ku di çarçoveya şexsiyeta mezin a dîrokî ya Celadet Alî Bedirxan de derdikeve, di metafora “nûra munewwerê kurd” de veşartiye, niyeta wî nîne ku “bigihîje Kemal”ê, Celadet li ber xwe dide, ji ber ku wî ji zû de riayetî şewqa qedîm a Botanê kiriye. Ew nedişibe “Arapkirî” ne jî “Nursî”, hele ji “Sekban” û “Ziya” gelekî dûr e, ji ber ku ew warisê xas ê Xanî ye û belkî ew sûretê winda yê muammaya Kurdî ya Venis Mahmûd el-Kurdî ye di ronesansa Rojava de. Serhildana li hember zemanê winda, mecbûr e li hember awirên “wekî êgir ji çavên şîn ên gurê boz” bi minasebeta xîtabê hibrê bibîne.“Nutuk“a-dijber ku xwe di nivîsandina Nameyek ji Mustefa Kemal re nîşan dide, bi dorê li ser înkar, xeletî, derengî, nebîniyê disekine; nivîskar ji fîlolojiyên Rojhilat û Rojava ne bêxeber e, bi nivîsa xwe û nivîsa Ê din, ji rûhê xwe yê beşerî pifî Kurdî dike, bi tundî li dij “temsîl û taqtîl“a biyanîbûnê derdikeve, dahatuyê bi bîr tîne, ji ber ku îro, trajediya niha ji berê ve dîtiye, bi îqazkirinê mijûl e, aura’ya atmosfera exlaqî ya siyasetmedarekî, di melankoliya wî ya entelektuelî de veşartiye.
“Nameyek ji Mustefa Kemal re“ ya Celadet Bedirxanê ku hemû jiyana xwe bi gorî krîza temsîliyeta kurdan kiriye, -tarîxa metnê, berî wê û piştî wê li aliyekî- bi serê xwe ‘yekem metna postkolonyal“ a lîteratura kurdolojî ye û herî zêde layiqî vê ye.Atatürk’e Bir Entelektüel Reddiye
Kürt siyasal düşüncesi açısından çok önemli bir belge niteliği taşıyan “Mustafa Kemal’e Mektup” adlı osmanlıca eser, yazar ve çevirmen Mithat Kutlar’ın çevirisiyle Avesta Yayınları’ndan çıktı.
Söz konusu eser, çağdaş kürt düşüncesinin önemli entelektüellerinden, dilbilimci, yazar ve gazeteci Celadet Ali Bedirxan tarafından 1933 yılında; Mustafa Kemal’in Kürtlere ve Kürt kültürüne karşı geliştirdiği resmi emperyalist politikalarına dair bir reddiye niteliğinde yazılmış bir eserdir, “Mustafa Kemal’e Mektup”.
Cumhuriyet ideolojisinin her türlü baskıyı reva gördüğü Kürt halkının her anlamda bir varoluş manifestosu olan bu belge eser, Atatürk’ün Kürt aydınlarına yönelik gündeme getirdiği sözde “Af” politikalarının iç yüzünü ortaya koymakta, ikiyüzlülüğünü eleştirerek başlıyor. Eserde, bu konuda cumhuriyet iktidarının takındığı tavrın, görünürde bir demokrasi imajı çizmekten öteye gitmediğini ve bu yönüyle de sözkonusu Affın ölü doğmuş bir af olduğu vurgusu öne çıkmaktadır.
‘Nihayet mev’ud olan gün geldi ve af ilan edildi. Herkes kemal-i hayretle [büyük bir hayretle] gördü ki hazırlayıp propagandasını yaptırdığınız af ile ilan ettiğiniz af arasında hemen hiçbir münasebet [alaka] yoktur. Bu suretle efkâr-ı umumiyeye [kamuoyuna] iki af arz olunmuştu. Biri proje halinde kalan umumi ve şumullü [genel ve kapsamlı] af, diğeri ilan ve tatbik olunan mahdut ve adeta mücremin-i adiyeye [adi suçlara] mahsus af. Tabiri caiz ve varid [yerinde] ise hükümet-i cumhuriyeleri [cumhuriyet hükümeti] zinde ve gürbüz bir tıfıl af doğurmak istiyordu. Doğurmadı, ıskat-ı cenin eyledi.’’Celadet Ali Bedirxan eserinde Atatürk’ün Kürtlere uyguladığı baskı ve tehcir politikalarının sonucunda Kürtlerin dünyanın dört bir yanında sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldıklarına değinir. Bu noktada özellikle Atatürk’ün özellikle Kürt aydınlarına karşı hazırlattığı ve tarihte 150’likler diye bilinen kara listeden bahseder:
‘Yüzellilikler namı altında memleketten ihraç ettiğiniz adamlar ile kendi kendine hicret etmekte bulunan kimseler cumhuriyetinizin cenup [güney] hudutlarında teşekkül eylemiş yeni hükümetler arazisine ve Bahr-i Sefid [akdeniz] havzasına geçerek merkezi Avrupa’ya kadar dağıldılar.’’
Kürt sorunu konusunda sosyolojik ve siyasal tespitlerde bulunan Celadet Ali Bedirxan, cumhuriyet ideolojisinin iktidarı ve lideri olan Atatürk’ün de Kürt meselesini açıkça ifade etmekten kaçındığını söyler. Bu durum düşünüldüğünde bugün dahi aynı devletçi ve otoriter, geleneksel yadsıma anlayışının sürdürüldüğünü söylemek mümkün. Bu yönüyle söz konusu eserin bugüne hitap eden güncel bir eser olduğu ayrıca belirtilmelidir. Bu eserin, bugünün AKP muhafazakâr ideolojisinin, Kürt sorununda takındığı tavrın Celadetin bahsettiği geleneksel devlet ideolojisinden bağımsız olmadığını bugün için kavramamızda da önemli bir katkısı olacağını düşünüyorum:
‘Paşa Hazretleri, maruf [aşikâr] olan şahsi ve medeni cesaretinize rağmen, bilmem ki neden şimdiye kadar Türkiye’de bir Kürdistan meselesinin mevcudiyetini seraheten [rahat bir şekilde] itiraf edemediniz, bu itiraf için kuvvet ve kudretine ziyadesiyle itimat ettiğiniz iradenizde o cesareti bulamadınız. Öyle bir Kürdistan meselesi ki hükümetinizi, onunla meşgul olurken kararsızlıklara, tereddütlere, ricatlara ve yarım tedbirlere sevk ediyor.’’
Fakat bu kültürel emperyalist politikalara bağlı olarak gündeme gelen Kürdistan meselesinin köklerinin, Yavuz Sultan Selim’in doğu politikalarına kadar geri götürülebileceğini ifade eder. Bu bağlamda imparatorluğun nüfuzundan pay almaya çalışmak gayesiyle Kürtlerin diğer kavimlerini imparatorluğa bağlayan aracı ve uzlaşmacı Kürt tarihçi ve aydını İdris-i Bitlisi’nin tarihi pozisyona dikkat çekmektedir:
‘Evet, Kürdistan meselesi, ne zamanınızda ve ne de selefleriniz zamanında başlamış değildir. Türkiye’de Kürdistan meselesi Kürt ümerasının, ilk Osmanlı Tarihi Heşt Beheşt [sekiz cennet] müellifi [yazarı] İdris-i Bitlisi vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim’e sunni bir hükümdara biat ettikleri günden beri mevcuttur.’
Öte yandan sözkonusu eser, Kürt dilinin varlığını ve dünya dilleri arasındaki yerini ilk defa sistematik ve bilimsel bir dizge içinde savunana bir eser olma niteliğini de taşımaktadır. Burada Kürtçe ve Türkçe karşılaştırıldığı gibi Kürtçenin üyesi olduğu avrupa dilleriyle ilişkileri ele alınmakta ve Kürt dilinin zenginliklerine dikkat çekilmektedir. Bu yönüyle Celadet Ali Bedirxan’ın eseri, Kürtçeye dair dil çalışmalarıyla yakından ilgilenenler için de eşsiz bir analitik belge niteliğini taşıyor.
Ayrıca, ulusalcı ve milliyetçi düşünceye bağlı olarak gösterilen her türlü samimiyetsiz reflekslerle, önce Ermenileri katliama tabi tutan bu resmi ideolojinin; Gayr-ı Müslimler üzerinde uyguladığı bu şiddet politikalarını ve bu süreçte kazandığı emperyalist deneyimleri Kürtler üzerinde de denenmek istendiğine özellikle vurgu yapmaktadır:
‘Ermeni tehciri esnasında taktile [katliama] alışmış olan muhafız kuvvetler bu alışkanlığı bazen Kürtler üzerinde de tatbik ettiler. Fikir adeta umumileşmişti.’
Burada dikkat çekici olan bir diğer tespit ise Celadet Ali Bedirxan’ın 79 yıl önceye dair ifade ettiği gibi bu fikrin adeta ‘umumileşmiş’ olduğunu vurgulaması, fakat bundan da önemlisi bugünün AKP’sinin de bu umumi politikanın devam ettirici unsurlarından biri olduğunu bugünden yarına hafıza tazelememize olanak tanıyan bir tespit olmasıdır. Celadet Ali Bedirxan’ın 1933’te Atatürk’e son söz olarak, aşağıdaki reddiye niteliğinde yaptığı açıklamayı; bugünkü devlet ideolojisine de karşılık geldiği için biz de buradan AKP ve iktidar düşüncesine bir reddiye olarak yineleyebiliriz.
‘Her şeye rağmen siz Müslüman kanı dökerek, Müslüman kurşunuyla ölen biçare Anadolu yavrularına acımıyorsanız, biliniz ki Kürdün de damarında ölerek öldürerek dökeceği kan her zaman için ve mebzulen [çokça] mevcuttur. Baki ihtıramatımı [sonsuz hürmetlerimi] lütfen kabul buyurun Gazi Paşa Hazretleri.’
www.yuksekovahaber.com, 20.04.2012
Mustafa Kemal’e Mektup
Çağdaş Kürt düşüncesinin önemli entelektüellerinden Celadet Alî Bedirxan ‘Mustafa Kemal’e Mektup’u, 1933 yılında kaleme almış. Bedirxan mektubunda, bu dönemdeki baskı politikaları sonucunda Kürtlerin yaşadığı sürgün hayatını; Cumhuriyet’in Kürt aydınlarını hedef aldığı ve tarihte 150’likler olarak bilinen kara listeyi ve Kürt aydınlarına yönelik gündeme getirilen “af” söyleminin ne denli samimiyetten uzak olduğunu anlatıyor. Kürt sorununa dair sosyolojik ve siyasal tespitler barındıran Bedirxan’ın mektubu, Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze, sorunun çözümü konusunda pek bir aşama kaydedilmediğini gözler önüne seriyor.Erkan Canan, Radikal Kitap, 01.06.2012
Mustafa Kemal bunu okudu mu?
Türkiye, Kürt sorununun en yakıcı olduğu dönemlerden birini daha yaşıyor. Sorun geçmişten gelen yıkıcı bir deneyimin onda yarattığı yeni kırılmalarla maalesef artık içinden iyice çıkılmaz bir hal almaya başlıyor. Siyasi iradesizlik, şiddet ve siyaset düşmanlığı Türkiye’nin müzmin sorunu hafızasızlıkla buluştuğunda geriye yazılmış olan tarih, şiddettin tarihi oluyor. Örgüt ve devlet bir şiddet gramerinin içinden terör denilen mevhumun içini birlikte dolduruyor. Maalesef bu gramer Türkiye’nin içeride ve dışarıda Kürt Sorunu bağlamında kullandığı dilin derin bir muhasebesini de yapmayı gerektiriyor.
Tarihi bir mektup
Söz bu hafızasızlıkta da çabuk tükeniyor. Anlamını ve ağırlığını yitiriyor. İşte bu hafızasızlıkla mücadele etmek ise Kürt entelektüel birikiminin görmezlikten gelinen kaynaklarına (yeniden) bakmayı hepimize zaruri kılıyor. Nüfuslu bir Kürt burjuva ailesi ya da Kürt toprak aristokrasisi sayılabilecek Bedirxan ailesinin 1893’te İstanbul’da doğan entelektüel üyelerinden Celadet Ali Bedirxan’ın 1933 tarihinde Mustafa Kemal’e hitaben yazdığı tarihsel mektup, bu bağlamda yeniden önem kazanıyor. Avesta Yayınları’ndan Celadet Ali Bedirxan’ın Bütün Eserleri başlığı altında yayımlanan ve Mustafa Kemal’e Mektup ismiyle okurlara sunulan bu önemli metin bugünlerde Kürt Sorunu üzerine düşünen herkesin okuması gereken bir çalışma.
150’liklere göreceli bir af çıkması üzerine başlayan tarihsel mektup, daha sonra Kürt Sorunu’nun Cumhuriyet döneminde ve bizzat Mustafa Kemal’in şahsi karizmasının en tesirli olduğu diktatörlük sürecinde nasıl bir inkâr ve şiddet teması üzerinden ele alındığının seyr-ü seferi aslında. Anekdotlarla hitabını zenginleştiren ve dil sorunsalı üzerinden de yer yer milliyetçi de diyebileceğimiz didaktik unsurları ile modernist ve bir başka bağlamda post-kolonyal (sunuş yazısındaki sömürgeci Türkiye ile sömürülen Kürdistan bağlamında değil) bir çıkışın mektubu aslında. Süregiden Kürt Sorunu’nun ve bu minvalde Şeyh Sait Olayı’nın sonuçları üzerinden kangrenleşen bir “Cumhuriyet dönemi Kürt Sorunu Tarihi”ne dönüşen ve Cumhuriyet’e son derece net ve güçlü bir eleştiri yönelten metin çok zengin tarihsel ayrıntı, anı ve çıkışlarla büyük öneme ve bir o kadar da kendine has diliyle Kürt entelektüel birikimine yön verecek kendine has bir dile sahip. Bir yandan da dönemin modernist dilinin hastalıklarını da içinde barındıran ve aslında milliyetçi bir damarın da içinde kendine yön bulabileceği bir belge niteliğinde; belki de bir mihenk taşı Cumhuriyet dönemi Kürt Sorunu’nun geldiği nokta üzerine. Ama en önemlisi belirli bir eleştirellik ve mesafe ile okunduğunda belki de dönemin doğrudan Cumhuriyet eleştirisini Kürt Sorunu ve demokratikleşme bağlamında dillendiren ve Kürt entelektüel birikiminin en güçlü ifadelerinden biri olma özelliği taşıyan bir çalışma.
Titiz bir çalışma
Celadet Ali Bedirxan’ın bu tarihsel metnini Avesta Yayınları, büyük bir titizlikle ve son derece ciddi bir ön çalışmanın ardından güçlü ama maalesef güçlü olduğu kadar da ideolojik bakışı kanımca sorunlu bir sunuşla ve metnin tarihselliğini bozmadan okurlarına sunmuş. Metnin transkripsiyonunu çok titiz bir çalışma ile yapmakla kalmayıp daha önceki nüshalar ile karşılaştırmalı bir incelemeyi de yapmaktan geri durmamışlar. Sadeleştirme denilen korkunç süreci metne zarar vermeden halletmeyi başarmış; günümüz okuyucuları için parantez içerisinde kontekste bağlı olarak birçok kelimenin ve tamlamanın anlamlarını verirken aslını da bozmadan araştırmacılar ve akademisyenler için de aynı metinden bu söz dizilerinin takip edilebilmesini sağlamışlar.
Yeni bir Cumhuriyet tarihinin yazılması, Kürt Sorunu’nun kökenleri üzerine düşünülmesi gibi birbirleriyle ilişkili çeşitli bağlamlarda bir entelektüel sorgulamanın Kürt entelektüel birikimini unutarak ya da dışlayarak –kasıtlı veya değil- görmezden gelmeden yapılması günümüzde zaruri olmaktan öte acil bir ihtiyaç artık. Modern Türkiye’nin akademik ve entelektüel anlamda kodlarını bir muhasebe dâhilinde çözümlemenin ve artık Kürt entelektüel katkısını hesaba katarak yeniden düşünmenin önemi ortada dururken bu tür tarihsel metinler çok önemli bir kaynak sunuyor. Artık bu yeni dönemde Türkiye’de akademinin, “stratejist”lerin işgal ettiği Kürt Sorunu’nu unut(tur)ulmaya çalışılan akademik ahlak ve onur namına bu tarz tarihsel metinleri merkeze oturtarak yeniden bakmasının vakti geldi de geçiyor bile.
Deniz Cenk Demir, Agos Kitapkirk, Ağustos 2012
ISBN:9786055585891Boyut:13,5x19,5Sayfa Sayısı:112Basım Yeri:İstanbulBaskı:2Basım Tarihi:2020Dili:Türkçe
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.