Sepetim (0) Toplam: 0,00TL
%20
DİASPORA MEKÂNLARI

DİASPORA MEKÂNLARIKürt Kimlikleri, Öteki Olma Deneyimleri ve Aidiyet Politikaları

Liste Fiyatı : 250,00TL
İndirimli Fiyat : 200,00TL
Kazancınız : 50,00TL
9789944382304
362175
DİASPORA MEKÂNLARI
DİASPORA MEKÂNLARI Kürt Kimlikleri, Öteki Olma Deneyimleri ve Aidiyet Politikaları
200.00

Bu kitabın konusu yurtsuzluk ve yerinden edilmişlik olup, başta göçmenler, mülteciler ve diasporalar olmak üzere yerinden edilmiş grupların köken, vatan (yurt) ve ulusal aidiyet sorunlarıyla nasıl başa çıktıklarının kapsamlı izini sürmektir. Bu sorunlar, kimlikler ile toplumsal ilişkilere giderek daha fazla vurgunun yapılmasıyla bu grupların siyasi kategoriler halini aldığı artan nüfus hareketleri ile global bir iktidar hiyerarşisi bağlamında ele alındı.

Kitap, bu aşamalara dahil olmuş insanların deneyimleri temelinde Kürt diaspora kimliği ve hareketini inceliyor. Göteborg’ta yaşayan yirmi-iki Kürt kadın ve erkekle mülakat yapıldı. Hepsi, İsveç’teki Kürt mültecilerin “birinci kuşağı”ndan olup farklı siyasi ve kültürel eylemlerde yer almışlar. Bu araştırmanın öncelikli amacı bunların İsveç, doğdukları ülkeler ve Kürt diaspora kurumları ve hareketleriyle olan ilişkilerini araştırmaktır. İkinci amacı, diasporanın temel özelliklerine -yurda dönüş arzusu ve kolektif kimlik oluşumu- yoğunlaşarak diaspora kavramının kuramsal gelişimi ve açıklığa kavuşturulmasına katkıda bulunmaktır. Bunlara ilaveten bu çalışma, toplumsal hareketler teorisini diaspora teorisiyle birleştirerek bireysel ihtiyaçların ve eylemlerin diaspora kimliklerinin ve topluluklarının oluşumunda toplumsal süreçler ve yapılarla nasıl etkileşime girdiklerini inceliyor.

Bu çalışma ayrıca, Kürt diaspora topluluğunu bölen iç sınırlar ve çelişkilerin de altını çiziyor. Araştırma, Kürt milliyetçiliği ve kimliğinin, Kürt diasporası içinde güç kazanıp yaygınlık kazandığını ve etkinliklerinin de bu süreci etkilediğini teyit etmektedir. Kürt diasporası kimliklerin ve de Kürtler üzerinde hâkimiyet kurmuş devletlerin izlediği politikaların sınırlarına yeniden meydan okumaktadır.

Diaspora Mekanları: Kürt Kimlikleri, Öteki Olma Deneyimleri ve Aidiyet Politikaları

İsveç Uppsala Üniversitesi’ne bağlı Hugo-Valentin Merkezi’nde araştırmacı olarak görev yapan Dr. Minoo Alinia’nın 2004 yılında Göteborg Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezinden yayınlanan Diaspora Mekânları hem diaspora literatüründe hem de ampirik bir çalışma olarak Kürt Çalışmaları alanında önemli bir yere sahip. Kendisinin de İsveç’e göç etmiş bir araştırmacı olması, deneyimlerini de araştırmasına katarak teorik bir bağlama oturtmasına vesile olmuş. Yazarın iyi bir akademik altyapıya sahip olması da objektif ve kaliteli bir araştırmanın ortaya çıkmasını sağlamış.

Kürt Diasporası’nın giderek büyüyen bir topluluk olması ve özellikle PKK’nin çeşitli eylem ve yöntemlerle Avrupa’da sesini duyurması son 15-20 yıl içerisinde bu topluluğa yönelik bir akademik ilgi oluşturdu. Ancak bu konuda, özellikle 2000’li yıllara kadar yapılmış olan akademik çalışmaların çoğu –Martin Van Bruinessen ve birkaç yazar hariç- Kürt Diasporası’nı “güvenlik çalışmaları” ve hatta “terörizm” ekseninde incelemiş ve bu toplulukla ilgili çalışmaları bu iki alana hapsetmiştir. Bazı çalışmalar ise Kürt Diasporası’nı yaşadıkları deneyimler ve Kürt sorunu ekseninde “mağdur” kategorisinde incelemiş ve ulusaşırı sosyal ve siyasi hareketler bağlamında incelenebilecek özelliklerini göz ardı etmiştir. İşte bu noktada, Alinia’nın Kürt Diasporası’na heterojen bir sosyal yapı olarak yaklaşan, mobilizasyon, toplumsal bellek gibi ayrıntılara vurgu yapan ve kişisel anlatımlarla derinlemesine incelemelere yer veren eseri akademik literatürde bulunan bir açığı kapatmış ve diaspora çalışmaları ile ilgili literatüre büyük bir katkıda bulunmuştur. Şimdiye kadar genelde “elit” seviyesinde ve Kürt örgütleri çerçevesinde incelenen Kürt Diasporası’nı birey düzeyinde incelemiş olması ise esere özgünlük katmıştır. 

Alinia kitabında, İsveç’te yaşayan Kürtlerin kimlik, öteki olma ve ulusal aidiyet gibi konulara yaklaşımlarını incelemiş ve bu çalışmasını sosyal ve siyasi hareketler kuramları ile diaspora, ulusaşırılık ve göç alanında daha önce ortaya atılmış kavramları kullanarak analiz etmiş. Yurtsuzlukyerinden edilmişlikgöçmenlik ve mültecilik gibi kavramlar Kürt Diasporası üzerinden yeniden ele alınmış ve vatan, ulusal aidiyet ve kimlik algılarına etkileri derinlemesine incelenmiş. Kitap orijinal halinde gayet akıcı bir dille yazılmış ve Türkçeye de yine orijinal haline sadık kalınarak açık ve anlaşılır bir şekilde çevrilmiş. Yazar, çalışmasını on ana başlık halinde sunmuş. Kürt kimliğinin tarihsel gelişimi ile başlayan ve daha sonra küreselleşme, göç ve aidiyet gibi konularda genel bir çerçeve çizen kitap, daha sonra araştırmanın temel teorik alanı olan diaspora kavramını incelemiş. Daha sonraki bölümlerde ise diaspora çalışmalarının ana alt başlıkları olan vatan, kimlik ve aidiyet konuları Kürt Diasporası ile örneklendirilerek anlatılmış. Kitabın bütününde özellikle İngilizce ve İsveççe kaynaklardan yararlanılmış.

Yazar amacının “diaspora” kavramının belli başlı özelliklerine vurgu yaparak, onu politik olarak analiz edilebilecek bir araştırma unsuru haline getirmek olduğunu belirtiyor. Çokça rastladığımız ve aslında sıkça eleştirilen “her göçmen diasporanın bir parçasıdır” savını sorgulayarak, bu kavramın altında yatan bir gruba ait ortak kimlik, toplumsal bellek ve mobilizasyon olgularını inceliyor. Paul Gilroy, James Clifford, Stuart Hall ve Avtar Brah gibi önemli yazarlardan esinlenerek oluşturduğu argümanlarla, kendisinden sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutuyor. Kitap aynı zamanda İsveç’in göçmen politikaları üzerine iyi araştırılmış bir tarihsel bakış açısı sunuyor. 1975’ten itibaren İsveç’in bir göç ülkesi haline gelmesi ve bunun sonucunda çokkültürlülük politikalarının aşama aşama uygulanması detaylı bir şekilde anlatıyor. Sadece Kürtlere ait olmayan, diğer göçmenlerce de dile getirilebilecek gündelik ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve arada kalmışlık gibi sorunlara post-kolonyal literatürden esinlenerek eleştirel bir bakış açısı geliştiriyor.

İsveç’in alan çalışması için seçilen ülke olması da bu eserin önemini artıran bir faktör. Böylece 2005 yılına kadar yapılan akademik çalışmalarda neredeyse sadece Martin Van Bruinessen’in 1999’da ve 2000’de yayınladığı makalelere dayanarak bahsedilen “İsveç Kürtleri” nihayet Alinia’nın ve daha sonrasında Khalid Khayati’nin* yazdığı kitaplarla derinlemesine incelenmiş oluyor. İsveç, sadece Kürtçe yayınların basıldığı ve Kürt entelektüellerinin (rahatça) yaşadığı sürgün ülkesi olmaktan çıkıp, gündelik ırkçılığın, ayrımcılığın ve çokkültürlülük anlayışından doğan sorunların kişisel yaşanmışlıklarla bütünleştiği, yerinden edilmişliği, memleket özlemini ve Kürt milliyetçiliğini içinde barındıran diaspora mekânlarının var olduğu bir gerçekliğe dönüşüyor. İsveç’e göç etmenin sonucunda çeşitli demokratik ve siyasi haklar elde etmiş ve bu hakları yine çeşitli Kürt siyasi hareketlerinin gelişmesinde kullanmış olan Kürt Diasporası’nı Alinia’nın eseri sayesinde daha yakından tanıma fırsatı bulurken, aslında bu olumlu görüntünün arkasında yatan “yabancı olma” fenomeninin olumsuz etkilerini de anlamış oluyoruz. Yazar, özellikle bazı diaspora Kürtlerinin, kendilerine başkaları tarafından atfedilen “azınlık”, “göçmen”, “öteki” gibi sıfatları içselleştirmesi üzerine yaptığı analizlerle, daha önce bu konuda yapılmış olan çalışmaların bir adım önüne geçiyor. Göç deneyiminin, yani dışlanma ve aidiyetsizlik duygularının bu topluluk üzerinde bıraktığı etkiyi anlamamızı sağlarken, aynı zamanda devletsizlik ve geldikleri ülkelerdeki baskı ve tatsız deneyimlerin de “kimlik” üzerindeki kalıcı ve geçici etkilerini örneklerle anlatıyor.

Diasporik Kürt kimliğinin ne tür süreçlerden geçtiğini, kimlik algısının dış ve iç süreçlere bağlı olarak nasıl (yeniden) şekillendiğini, hem “içeriden” hem “dışarıdan” bir gözlemci olarak izlemeyi başarmış Alinia. Kürt milliyetçiliği üzerindeki incelemelerinde yine daha önceki çalışmalarda bahsedilmeyen konular üzerinde durmuş ve çeşitli alt gruplar arasındaki politik ya da ideolojik çekişme ve dayanışmayı ortaya çıkarmış, siyasetin nasıl da bir Kürt göçmenin günlük yaşamının parçası haline geldiğini göstermiştir. Örneğin Marksist, feminist ve milliyetçi Kürtler arasındaki duruş farklılıklarını incelediği ve bu farklı politik konumların “vatan” kavramını nasıl kurduğunu sorguladığı kısımlar (10. Bölüm) bir hayli ilgi çekici. Marksist ve feminist görüşmecilerin, kendisini “Kürt milliyetçisi” olarak ifade eden diaspora mensuplarına nazaran daha kozmopolitan bir bakış açısının olduğunu ve Kürdistan’a bakışlarının daha az nostaljik olduğunu öne süren yazar, bu görüşmecilerin aynı zamanda “vatan” kavramına da soğuk baktığını ve Kürt hareketine olan katkılarını daha evrensel değerlere dayandırdığını vurguluyor. Yazar, milliyetçi kategorisinde sınıflandırdığı görüşmecilerin ise “Kürdistan” üzerinden bir kimlik oluşturduğunu ve “Türkiyeli, Iraklı, Suriyeli” gibi adlandırılmayı reddettiklerini söylüyor. Bu bağlamda, Kürt Diasporası’nın Kürt hareketine genel anlamda bir katkı sağladığını ama diaspora denilen grubun aslında bambaşka duruşlardan oluşan bir bütün olduğunu bir kez daha anlamış oluyoruz.

Yazar, ideolojik farklılıkları gözler önüne sererken aynı zamanda toplumsal cinsiyet perspektifini de çalışmasına dahil etmiş ve diaspora mekânlarında kadın ve erkeğe biçilen rollerin farklılığını ve aralarındaki çatışma alanlarını analiz etmiş. Erkek egemen anlayışın diasporadaki uzantılarının izini sürmüş. İsveç toplumunun “göçmen kadın ve erkek” arasında yaptığı ayrıma da dikkat çeken Alinia, “namus cinayetleri” gibi olayların nasıl Kürt kültürüne ve özellikle Kürt erkeğine atfedildiğini ve bunun diaspora Kürtleri üzerindeki etkilerini  “kültürel ırkçılık” perspektifinden ele almış. Bunun yanı sıra, diasporayı oluşturan kişiler arasındaki sınıf, din, dil, kültür ve nesil farkından doğan duruş farklılıklarının da altını çizmiş ama gerektiği kadar detaylandırmamış.

Kitabın eleştirilebileceği üç ana noktadan bahsetmek gerekirse; öncelikle çoğu doktora tezinde olan karşılaştırmalı çalışmayı seçmeyip sadece İsveç, ve hatta İsveç’te sadece bir şehir üzerine odaklanmış olması, araştırmanın vardığı sonuçların genellenebilirliği açısından bir soru işareti oluşturuyor. Her ne kadar diaspora kavramının anlaşılması açısından teorik katkıları olsa da Kürt Diasporası ve İsveç göçmen politikalarının daha anlaşılır bir çerçeveye oturtulmasında karşılaştırmalı bir çalışma daha yararlı olabilirdi. Örneğin İsveç’in çokkültürlülük algısı ile İngiltere’nin bu konuya yaklaşımı karşılaştırılabilir ve bu politikaların diasporanın politik mobilizasyon süreçlerine katkısı daha iyi anlaşılabilirdi. Bununla beraber değineceğim ikinci bir nokta da yazarın Kürdistan’ın dört bir köşesinden gelen görüşmecilere yer vermesidir. Bu yaklaşım her ne kadar Kürt Diasporası’nın bütüncül bir şekilde incelenmesine olanak sağlasa da her grubun farklı göç deneyimlerini (örneğin farklı göç dalgaları, vatandaşlık hakları, geldikleri farklı ülkeler vb.) ve bunların yol açtığı nüansları da yer yer kaçırmamıza yol açıyor. Son olarak, mülakatçılarını sadece mülteci statüsü ile İsveç’e gelmiş ve İsveç’e gelmeden önce yaşadıkları ülkelerde de siyasi faaliyet gösteren kişilerden seçmiş olması, Kürt Diasporası’nın oluşum sürecinde göç sonrası siyasi olarak aktifleşmiş olan çok önemli sayıda diaspora mensubunu bu çalışmanın dışında tutmuş oluyor.

Sonuç itibariyle bu kitap diaspora, göçmenlik, gündelik ırkçılık, ulusötesicilik, Kürt Diasporası ve İsveç’te çokkültürlülük hakkında bilgi edinmek isteyenler için mutlaka yararlanılması gereken bir kaynak ve kaliteli bir akademik çalışmadır.

*Khalid Khayati, “Mağdur Diaspora’dan Sınır-ötesi Vatandaşlığa mı? Fransa ve İsveç’teki Kürtlerde Diasporanın Oluşumu ve Ulus-Ötesi İlişkiler”, Avesta Yayınları, İstanbul, 2010.

Bahar Başer* / Kürt Tarihi Dergisi, sayı: 1, Haziran 2012

  • Açıklama
    • Bu kitabın konusu yurtsuzluk ve yerinden edilmişlik olup, başta göçmenler, mülteciler ve diasporalar olmak üzere yerinden edilmiş grupların köken, vatan (yurt) ve ulusal aidiyet sorunlarıyla nasıl başa çıktıklarının kapsamlı izini sürmektir. Bu sorunlar, kimlikler ile toplumsal ilişkilere giderek daha fazla vurgunun yapılmasıyla bu grupların siyasi kategoriler halini aldığı artan nüfus hareketleri ile global bir iktidar hiyerarşisi bağlamında ele alındı.

      Kitap, bu aşamalara dahil olmuş insanların deneyimleri temelinde Kürt diaspora kimliği ve hareketini inceliyor. Göteborg’ta yaşayan yirmi-iki Kürt kadın ve erkekle mülakat yapıldı. Hepsi, İsveç’teki Kürt mültecilerin “birinci kuşağı”ndan olup farklı siyasi ve kültürel eylemlerde yer almışlar. Bu araştırmanın öncelikli amacı bunların İsveç, doğdukları ülkeler ve Kürt diaspora kurumları ve hareketleriyle olan ilişkilerini araştırmaktır. İkinci amacı, diasporanın temel özelliklerine -yurda dönüş arzusu ve kolektif kimlik oluşumu- yoğunlaşarak diaspora kavramının kuramsal gelişimi ve açıklığa kavuşturulmasına katkıda bulunmaktır. Bunlara ilaveten bu çalışma, toplumsal hareketler teorisini diaspora teorisiyle birleştirerek bireysel ihtiyaçların ve eylemlerin diaspora kimliklerinin ve topluluklarının oluşumunda toplumsal süreçler ve yapılarla nasıl etkileşime girdiklerini inceliyor.

      Bu çalışma ayrıca, Kürt diaspora topluluğunu bölen iç sınırlar ve çelişkilerin de altını çiziyor. Araştırma, Kürt milliyetçiliği ve kimliğinin, Kürt diasporası içinde güç kazanıp yaygınlık kazandığını ve etkinliklerinin de bu süreci etkilediğini teyit etmektedir. Kürt diasporası kimliklerin ve de Kürtler üzerinde hâkimiyet kurmuş devletlerin izlediği politikaların sınırlarına yeniden meydan okumaktadır.

      Diaspora Mekanları: Kürt Kimlikleri, Öteki Olma Deneyimleri ve Aidiyet Politikaları

      İsveç Uppsala Üniversitesi’ne bağlı Hugo-Valentin Merkezi’nde araştırmacı olarak görev yapan Dr. Minoo Alinia’nın 2004 yılında Göteborg Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezinden yayınlanan Diaspora Mekânları hem diaspora literatüründe hem de ampirik bir çalışma olarak Kürt Çalışmaları alanında önemli bir yere sahip. Kendisinin de İsveç’e göç etmiş bir araştırmacı olması, deneyimlerini de araştırmasına katarak teorik bir bağlama oturtmasına vesile olmuş. Yazarın iyi bir akademik altyapıya sahip olması da objektif ve kaliteli bir araştırmanın ortaya çıkmasını sağlamış.

      Kürt Diasporası’nın giderek büyüyen bir topluluk olması ve özellikle PKK’nin çeşitli eylem ve yöntemlerle Avrupa’da sesini duyurması son 15-20 yıl içerisinde bu topluluğa yönelik bir akademik ilgi oluşturdu. Ancak bu konuda, özellikle 2000’li yıllara kadar yapılmış olan akademik çalışmaların çoğu –Martin Van Bruinessen ve birkaç yazar hariç- Kürt Diasporası’nı “güvenlik çalışmaları” ve hatta “terörizm” ekseninde incelemiş ve bu toplulukla ilgili çalışmaları bu iki alana hapsetmiştir. Bazı çalışmalar ise Kürt Diasporası’nı yaşadıkları deneyimler ve Kürt sorunu ekseninde “mağdur” kategorisinde incelemiş ve ulusaşırı sosyal ve siyasi hareketler bağlamında incelenebilecek özelliklerini göz ardı etmiştir. İşte bu noktada, Alinia’nın Kürt Diasporası’na heterojen bir sosyal yapı olarak yaklaşan, mobilizasyon, toplumsal bellek gibi ayrıntılara vurgu yapan ve kişisel anlatımlarla derinlemesine incelemelere yer veren eseri akademik literatürde bulunan bir açığı kapatmış ve diaspora çalışmaları ile ilgili literatüre büyük bir katkıda bulunmuştur. Şimdiye kadar genelde “elit” seviyesinde ve Kürt örgütleri çerçevesinde incelenen Kürt Diasporası’nı birey düzeyinde incelemiş olması ise esere özgünlük katmıştır. 

      Alinia kitabında, İsveç’te yaşayan Kürtlerin kimlik, öteki olma ve ulusal aidiyet gibi konulara yaklaşımlarını incelemiş ve bu çalışmasını sosyal ve siyasi hareketler kuramları ile diaspora, ulusaşırılık ve göç alanında daha önce ortaya atılmış kavramları kullanarak analiz etmiş. Yurtsuzlukyerinden edilmişlikgöçmenlik ve mültecilik gibi kavramlar Kürt Diasporası üzerinden yeniden ele alınmış ve vatan, ulusal aidiyet ve kimlik algılarına etkileri derinlemesine incelenmiş. Kitap orijinal halinde gayet akıcı bir dille yazılmış ve Türkçeye de yine orijinal haline sadık kalınarak açık ve anlaşılır bir şekilde çevrilmiş. Yazar, çalışmasını on ana başlık halinde sunmuş. Kürt kimliğinin tarihsel gelişimi ile başlayan ve daha sonra küreselleşme, göç ve aidiyet gibi konularda genel bir çerçeve çizen kitap, daha sonra araştırmanın temel teorik alanı olan diaspora kavramını incelemiş. Daha sonraki bölümlerde ise diaspora çalışmalarının ana alt başlıkları olan vatan, kimlik ve aidiyet konuları Kürt Diasporası ile örneklendirilerek anlatılmış. Kitabın bütününde özellikle İngilizce ve İsveççe kaynaklardan yararlanılmış.

      Yazar amacının “diaspora” kavramının belli başlı özelliklerine vurgu yaparak, onu politik olarak analiz edilebilecek bir araştırma unsuru haline getirmek olduğunu belirtiyor. Çokça rastladığımız ve aslında sıkça eleştirilen “her göçmen diasporanın bir parçasıdır” savını sorgulayarak, bu kavramın altında yatan bir gruba ait ortak kimlik, toplumsal bellek ve mobilizasyon olgularını inceliyor. Paul Gilroy, James Clifford, Stuart Hall ve Avtar Brah gibi önemli yazarlardan esinlenerek oluşturduğu argümanlarla, kendisinden sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutuyor. Kitap aynı zamanda İsveç’in göçmen politikaları üzerine iyi araştırılmış bir tarihsel bakış açısı sunuyor. 1975’ten itibaren İsveç’in bir göç ülkesi haline gelmesi ve bunun sonucunda çokkültürlülük politikalarının aşama aşama uygulanması detaylı bir şekilde anlatıyor. Sadece Kürtlere ait olmayan, diğer göçmenlerce de dile getirilebilecek gündelik ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve arada kalmışlık gibi sorunlara post-kolonyal literatürden esinlenerek eleştirel bir bakış açısı geliştiriyor.

      İsveç’in alan çalışması için seçilen ülke olması da bu eserin önemini artıran bir faktör. Böylece 2005 yılına kadar yapılan akademik çalışmalarda neredeyse sadece Martin Van Bruinessen’in 1999’da ve 2000’de yayınladığı makalelere dayanarak bahsedilen “İsveç Kürtleri” nihayet Alinia’nın ve daha sonrasında Khalid Khayati’nin* yazdığı kitaplarla derinlemesine incelenmiş oluyor. İsveç, sadece Kürtçe yayınların basıldığı ve Kürt entelektüellerinin (rahatça) yaşadığı sürgün ülkesi olmaktan çıkıp, gündelik ırkçılığın, ayrımcılığın ve çokkültürlülük anlayışından doğan sorunların kişisel yaşanmışlıklarla bütünleştiği, yerinden edilmişliği, memleket özlemini ve Kürt milliyetçiliğini içinde barındıran diaspora mekânlarının var olduğu bir gerçekliğe dönüşüyor. İsveç’e göç etmenin sonucunda çeşitli demokratik ve siyasi haklar elde etmiş ve bu hakları yine çeşitli Kürt siyasi hareketlerinin gelişmesinde kullanmış olan Kürt Diasporası’nı Alinia’nın eseri sayesinde daha yakından tanıma fırsatı bulurken, aslında bu olumlu görüntünün arkasında yatan “yabancı olma” fenomeninin olumsuz etkilerini de anlamış oluyoruz. Yazar, özellikle bazı diaspora Kürtlerinin, kendilerine başkaları tarafından atfedilen “azınlık”, “göçmen”, “öteki” gibi sıfatları içselleştirmesi üzerine yaptığı analizlerle, daha önce bu konuda yapılmış olan çalışmaların bir adım önüne geçiyor. Göç deneyiminin, yani dışlanma ve aidiyetsizlik duygularının bu topluluk üzerinde bıraktığı etkiyi anlamamızı sağlarken, aynı zamanda devletsizlik ve geldikleri ülkelerdeki baskı ve tatsız deneyimlerin de “kimlik” üzerindeki kalıcı ve geçici etkilerini örneklerle anlatıyor.

      Diasporik Kürt kimliğinin ne tür süreçlerden geçtiğini, kimlik algısının dış ve iç süreçlere bağlı olarak nasıl (yeniden) şekillendiğini, hem “içeriden” hem “dışarıdan” bir gözlemci olarak izlemeyi başarmış Alinia. Kürt milliyetçiliği üzerindeki incelemelerinde yine daha önceki çalışmalarda bahsedilmeyen konular üzerinde durmuş ve çeşitli alt gruplar arasındaki politik ya da ideolojik çekişme ve dayanışmayı ortaya çıkarmış, siyasetin nasıl da bir Kürt göçmenin günlük yaşamının parçası haline geldiğini göstermiştir. Örneğin Marksist, feminist ve milliyetçi Kürtler arasındaki duruş farklılıklarını incelediği ve bu farklı politik konumların “vatan” kavramını nasıl kurduğunu sorguladığı kısımlar (10. Bölüm) bir hayli ilgi çekici. Marksist ve feminist görüşmecilerin, kendisini “Kürt milliyetçisi” olarak ifade eden diaspora mensuplarına nazaran daha kozmopolitan bir bakış açısının olduğunu ve Kürdistan’a bakışlarının daha az nostaljik olduğunu öne süren yazar, bu görüşmecilerin aynı zamanda “vatan” kavramına da soğuk baktığını ve Kürt hareketine olan katkılarını daha evrensel değerlere dayandırdığını vurguluyor. Yazar, milliyetçi kategorisinde sınıflandırdığı görüşmecilerin ise “Kürdistan” üzerinden bir kimlik oluşturduğunu ve “Türkiyeli, Iraklı, Suriyeli” gibi adlandırılmayı reddettiklerini söylüyor. Bu bağlamda, Kürt Diasporası’nın Kürt hareketine genel anlamda bir katkı sağladığını ama diaspora denilen grubun aslında bambaşka duruşlardan oluşan bir bütün olduğunu bir kez daha anlamış oluyoruz.

      Yazar, ideolojik farklılıkları gözler önüne sererken aynı zamanda toplumsal cinsiyet perspektifini de çalışmasına dahil etmiş ve diaspora mekânlarında kadın ve erkeğe biçilen rollerin farklılığını ve aralarındaki çatışma alanlarını analiz etmiş. Erkek egemen anlayışın diasporadaki uzantılarının izini sürmüş. İsveç toplumunun “göçmen kadın ve erkek” arasında yaptığı ayrıma da dikkat çeken Alinia, “namus cinayetleri” gibi olayların nasıl Kürt kültürüne ve özellikle Kürt erkeğine atfedildiğini ve bunun diaspora Kürtleri üzerindeki etkilerini  “kültürel ırkçılık” perspektifinden ele almış. Bunun yanı sıra, diasporayı oluşturan kişiler arasındaki sınıf, din, dil, kültür ve nesil farkından doğan duruş farklılıklarının da altını çizmiş ama gerektiği kadar detaylandırmamış.

      Kitabın eleştirilebileceği üç ana noktadan bahsetmek gerekirse; öncelikle çoğu doktora tezinde olan karşılaştırmalı çalışmayı seçmeyip sadece İsveç, ve hatta İsveç’te sadece bir şehir üzerine odaklanmış olması, araştırmanın vardığı sonuçların genellenebilirliği açısından bir soru işareti oluşturuyor. Her ne kadar diaspora kavramının anlaşılması açısından teorik katkıları olsa da Kürt Diasporası ve İsveç göçmen politikalarının daha anlaşılır bir çerçeveye oturtulmasında karşılaştırmalı bir çalışma daha yararlı olabilirdi. Örneğin İsveç’in çokkültürlülük algısı ile İngiltere’nin bu konuya yaklaşımı karşılaştırılabilir ve bu politikaların diasporanın politik mobilizasyon süreçlerine katkısı daha iyi anlaşılabilirdi. Bununla beraber değineceğim ikinci bir nokta da yazarın Kürdistan’ın dört bir köşesinden gelen görüşmecilere yer vermesidir. Bu yaklaşım her ne kadar Kürt Diasporası’nın bütüncül bir şekilde incelenmesine olanak sağlasa da her grubun farklı göç deneyimlerini (örneğin farklı göç dalgaları, vatandaşlık hakları, geldikleri farklı ülkeler vb.) ve bunların yol açtığı nüansları da yer yer kaçırmamıza yol açıyor. Son olarak, mülakatçılarını sadece mülteci statüsü ile İsveç’e gelmiş ve İsveç’e gelmeden önce yaşadıkları ülkelerde de siyasi faaliyet gösteren kişilerden seçmiş olması, Kürt Diasporası’nın oluşum sürecinde göç sonrası siyasi olarak aktifleşmiş olan çok önemli sayıda diaspora mensubunu bu çalışmanın dışında tutmuş oluyor.

      Sonuç itibariyle bu kitap diaspora, göçmenlik, gündelik ırkçılık, ulusötesicilik, Kürt Diasporası ve İsveç’te çokkültürlülük hakkında bilgi edinmek isteyenler için mutlaka yararlanılması gereken bir kaynak ve kaliteli bir akademik çalışmadır.

      *Khalid Khayati, “Mağdur Diaspora’dan Sınır-ötesi Vatandaşlığa mı? Fransa ve İsveç’teki Kürtlerde Diasporanın Oluşumu ve Ulus-Ötesi İlişkiler”, Avesta Yayınları, İstanbul, 2010.

      Bahar Başer* / Kürt Tarihi Dergisi, sayı: 1, Haziran 2012

      ISBN
      :
      9789944382304
      Boyut
      :
      13,5x21,5
      Sayfa Sayısı
      :
      360
      Basım Yeri
      :
      İstanbul
      Baskı
      :
      1
      Basım Tarihi
      :
      2007
      Çeviren
      :
      Fahriye Adsay
      Dili
      :
      Türkçe
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat
UA-179024399-1